Her yaz başında, çalışanları bir “izin” heyecanı sarar.

Çünkü, yıl boyunca gidilip gelinen iş, okul… vb. koşuşturmaların bedensel ve ruhsal açıdan verdiği yorgunluğu atmak, içine girilen rutin tempodan çıkıp, kafa dağıtmak, dinlenmek, farklı şeyler yapmak, yeniden üretim için “enerji depolamak” adeta bir zorunluluk.

Aradan geçen yarım asırlık süreçte pek çok şey gibi, Türkiye kökenli göçmenlerin izin alışkanlıkları da değişerek, tatile dönüştü. Türkiye kökenliler artık yaz aylarında sadece eş-dost-akraba ziyareti için değil, kum-deniz-güneş görmek için de Türkiye’ye gidiyorlar.

Ama bu durum daha çok, ücretli olarak çalışan ve işe bağlı yaşamını sürdürenler için geçerli. Ücretli bir işe bağlı olmayan, para sorunu bulunmayan yüksek gelir sahipleri için adeta her gün “tatil”.
Genel çerçevesini bu şekilde tanımlayabileceğimiz “tatil”, Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli göçmenler için uzun yıllar “özlem” ve “hasret giderme günleri” olarak yaşandı. 1961’de Türkiye ile Almanya arasında imzalanan İşgücü Anlaşması’ndan sonra çalışmak üzere Almanya’ya gelen işçiler, eşlerini, çocuklarını, akrabalarını Türkiye’de bıraktığı için, yaz tatili gelip dayandığında, tek düşünceleri onları görmekten başka bir şey değildi.


Ağır çalışma koşulları ve yol masraflarının yüksekliği nedeniyle ilk yıllarda çok sayıda işçi yılda bir kez bile ailesini gidip göremez halde idi. Bir kaç yıl çalışıp geri dönme hayali kuran işçilerin çoğu, “Nasılsa geri döneceğim, bu tatilde gitmesem de olur” diye düşünerek, tatillerde bile yapılan çalışma tekliflerini kabul etti.


Ancak geri dönüş planlarının suya düşmesi ve Türkiye’deki ailelerini yanlarına almaya başlamalarıyla birlikte, izin dönemi bu kez, çoluk çocuk aile boyu yapılan Türkiye yolculukları ve ziyaretlerine dönüştü…


Kalabalık işçi aileleri için maliyeti karşılanması mümkün olmayan uçak yolculuğu yerine, kara yoluyla izne gitmek, 70’li ve 80’li yılların en tipik olaylarından biriydi. Tatil için araba dahi satın alındığı veya kiralandığı bu yıllarda, tıka basa hediye yüklü bu araçlarla çıkılan üç bin kilometrelik yolun sonu genellikle köydeki baba ocağından başka bir yer değildi. Bu yıllar aynı zamanda, uluslararası otobanların kenarında işçi ailelerin mola vererek pikniklerini yaptığı, Mercedes’lerle köy yerinde gösteriş yapıldığı yıllardır da…

 

“ÇİLE” YOLLARI VE YILLARI
Karayoluyla çıkılan izin yolculuğu, 1990’da başlayan Yugoslavya’daki iç savaş nedeniyle kesilme noktasına geldi. Araçla Balkanlar üzerinden gitmek isteyenler can güvenliğinin olmaması nedeniyle bu kez İtalya limanlarından gemilerle/feribotlarla Yunanistan ya da Türkiye’ye ulaşma “macerası”na girişmek durumunda kaldılar.
Bu yıllar aynı zamanda “büyük çile yıllarıdır” Türkiye kökenli göçmenler için. Karayoluyla ulaşım gerçekleştirilemediğinden kümsenmeyecek bir kesim ancak bir kaç yılda bir havayolu ile Türkiye’ye izine gidebilirken, bunların önemli bir bölümü de havayolu ve denizyolu şirketleri tarafından mağdur edildi.
Oluşan yeni pazarı fırsat bilen üçkağıtçılar, tefeciler kurdukları hayali uçak ve gemi şirketleriyle binlerce insana önce bilet sattılar, sonra da ortalıktan kayboldular. Bu nedenle, o yılların gazete sayfalarında havaalanlarında ve limanlarda mağdur edilmiş insanların haberlerine bolca rastlamak mümkün.
Savaşın bitmesiyle birlikte karayoluyla Balkanlar üzerinden Türkiye’ye ulaşmak yeniden, özellikle ekonomik nedenlerle, tercih edilmeye başlanan bir güzergah oldu. Alman Otomobil Kulübü ADAC’ye göre özellikle son iki yılda Balkanlar üzerinden arabayla Türkiye’ye seyahat edenlerin sayısında önemli artış oldu. Kalabalık aileler, yüksek bilet fiyatları nedeniyle özellikle otomobil ile yolculuğu tercih ediyorlar.
Kapıkule Gümrük Kapısı yetkilileri tarafından verilen bilgilere göre; bu yıl, 20 Haziran–2 Temmuz tarihleri arasında Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenli göçmenler tarafından kullanılan 32 bin 500 araç Türkiye’yi giriş yaptı.

 

İZİN  ZAMANLA TATİL OLDU
Akıp giden 50 yıllık zaman, pek çok şeyde olduğu gibi izin-tatil alanında da Türkiye kökenli göçmenler açısından önemli değişikliklere sahne oldu. Denebilir ki, 2000’li yılların başına kadar daha çok köydeki/kentteki akrabaları, dostları görme biçiminde gerçekleşen Türkiye izinleri, zamanla buna ek olarak deniz kenarında yapılan turistik tatillere dönüştü. Bu konuda birinci, ikinci ve üçüncü kuşak arasında önemli farklılıklar kendisini dışa vurmaya başladı.
Birinci kuşak halen eski alışkanlıklarını sürdürüp, ilk önce köy ve kente gitmeyi yeğlerken ikinci ve üçüncü kuşak göçmenler arasında artık tıpkı Alman turistler gibi “her şey dahil” şeklindeki paketlerle turistik beldelere gidip otellerde tatilini yapmak yaygınlaşmaya; imkanı elverenlerse bu tatile bir de ‘akraba-memleket ziyaretleri’ni eklemeye başladılar. Bu, Almanya’da yetişen, büyüyen, doğan Türkiye kökenlilerin tatil anlayışının yazın köyde ya da kentte akraba ziyaretleri yapmak yerine otelde veya yazlıkta, deniz kenarında, kumda ve sahilde dinlenmek şeklinde olduğunu gösteriyor. Daha önce sadece az sayıda Türkiye kökenli göçmen için geçerli olan bu durum şimdi artık yaygın bir eğilim.

OTEL TATİLİ YAPANLAR ARTIYOR
Bütün bunlar Almanya’daki genç kuşak Türkiye kökenli göçmenlerin, birinci nesle göre yaşadığı değişimin; geleneksel hayat tarzı ve eğilimlerden giderek uzaklaşmasının bir dışavurumu sonuçta.
Büyük çoğunluğu Almanya’da olmak üzere Avrupa ülkelerinde çalışan Türklerin tatil tercihlerinde önemli değişikler söz konusu. Yıllar boyu tatillerini ailece Türkiye’deki yakınlarının yanında geçiren ve otellerde tatil yapmayı düşünmeyenler, son yıllarda otellerde tatil yapmayı tercih etmeye başladılar. Bunda en büyük etken Türkiye’deki tatil yörelerine direkt uçak seferlerinin konulması, otellerin uygun fiyatlar sunması ve her şey dahil sisteminin yaygınlaşması en büyük faktör.


Bu şekilde yapılan bir tatilde akraba-aile ziyaretleri şeklinde yapılan tatilden çok daha ucuza geliyor.

Uzun lafın kısası’ Gurbetçilerimiz artık daha az akraba yanında tatillerini geçiriyor”

Sezai Koç

Yayınlama Tarihi: 2011-05-11